Meğer Ne Belalar Sarmışım Başımıza - II

Yalçın Küçük yolda giderken radyoda duyduğu oyun havasıyla coşup, göbek atmak için aracını kenara çeken ve otoyolda göbek atarken arkadan gelen aracın altında kalıp yaralanan bir vatandas modelidir. Buda siyasetin en tehlikeli, en kaypak kavramlarından biridir bence.

Oktay Yıldız

14.02.2015, Cts | 18:17 [ Güncellenme: 14.02.2015, Cts | 20:51 ]

Meğer Ne Belalar Sarmışım Başımıza - II
Makaleyi Paylaş
Makalenin 1. Bölümünü okumak için tıklayın

Toplumsal Diriliş bürosu adeta kutsal bir mekana dönmüştü.Yüzlerce insan gelip gidiyordu. Kimi cezaevindeki arkadaşların yakınlarıydı. Bir kısmı ise sivil polis, diğer bir kısmı ise sol guruplardı. Alt kattaki çay ocağındaki Musa bile bütün gün size çay taşımaktan ayaklarm nasırlaştı derdi bana .

Derginin ikinci sayısında sonra davalar çoğalınca ikinci bir avukat bulmak gerekiyordu. Lalelide Serhat Bucağ’ın bürosu vardı. Kalkıp gittim ve Avukatımız olmsını istedim ama o kabul etmedi. Belkide haklıydı ateşten gömlek gey demiştim kendisine.

Her sayıya ortalama 22 dava açılıyordu. Bizim Yazi Işleri Müdürümüz Hasan’a ben Müdür derdim. Bazen müdür sorardı bana hiç iş vermiyorsun derdi, ben de git gez kafana göre takıl. Çünkü tüm yazılar faksla geliyordu sadece arkadaşlar yeniden yazıyordu ve teknik işleride ben yapyordum. Yalçın Küçük Sultan Ahmet’e Toplumsal Kurtuluş dergisini çıkarıyordu.

Dergi peryodık çıkmıyordu 2 veya 3 ayda bir çıkardı. Ama dergide Kürt sorunu dile getiriliyordu. Perinçek de geçmişte Öcalan ile yakın ilişki kuranlardan. O kadar ki Perinçek’in yayın organları PKK’nın propanganda aracına dönüşmüştü. Perinçek Türk devletine, Türk Ordusu’na karşı büyük bir savaş açmış, Türk devletinin eninde sonunda Kürtlere teslim olacağı her fırsatta dile getirmiştir.

2000\'e doğru dergisi yöneticileride bizimle ilişkilerini geliştirmişlerdi. O dönem kagıt SKA tarafindan verilirdi ve yalnızca 50 bin üzerinde çıkan gazetelere veriliyordu. Buda bütün dergiler içinde yalnızca bizim için geçerliydi.Ayrica çalistigim gazeteden de kağıt alıyordum. Bu kağıdın büyük kısmınıda kağıt sorunu yaşayan dergilere veriyordum.

Perinçek de geçmişte Öcalan ile yakın ilişki kuranlardan. O kadar ki Perinçek’in yayın organları bızden de fazla PKK’nın propangandası yapmaktaydı. Perinçek Türk devletine, Türk Ordusu’na karşı büyük bir savaş açmış, Türk devletinin eninde sonunda Kürtlere teslim olacağını her fırsatta dile getirmiştir. Bunu bir kaç kez sohbetlerimizde bizede anlatmıştı.

Sosyalist Partisi Baskanı Perincek Kürt seçmeninin mitinglerine gelmesinden çok etkilemisti. Dergi bizden de fazla Kürt sorununu savunuyordu. Bizde kanka oluvermistik artık.

2000’e doğruda çalısan kaliteli ve yurtsever olan çok sayıda insan vardı. Ben gözümüzü bunlara dikmiştım. Çünkü hedefimiz haftalık bir gazete çıkarmaktı ve bu insanlara itiyacımız vardı. Kısaca Perinçek bizim kitlemize, bende onun yazar ve muhabirlerine göz dikmiştim. Yani ikimizde iyi niyetli degildik. Tek fark Perinçeğin hayaldı benim ise gerçek.

Hani o yumruğu masaya vuran Yalçın Küçük sık sık gelip gidiyordu. Bir gün beni eve davet etti konuşmamız gerekiyor dedi. Gümüş suyunda bulunan Tiyatrocu bir arkadaşın 4 katta olan evine birlikte gittik. »Beni Öcalanla görüstür » dedi. Bende kendisine iletirim cevabı da sana söylerim dedim.

Dergimizin sahibi Cemal Almanya dan geldiği için çok rahattı herkesle herşeyi konuşurdu. Kendisini sert bir şekilde uyardım. Kimseyle konuşmuyacaksın gelenlerın yarısı polistir dedim. Biraz bozuldu ama dediğime de uydu.

O dönemde 33 sol dergi çıkıyordu. Hepsinin yoneticilerini çağırıp bir birliktenlik kuralım diye düşüncelerimi aktardım ve hepsi kabul etti. Çağdaş Gazeteciler Birliği isminde hem fikir olduk. Seçim günü Dev Sol dışında tümü beni seçtiler. Yeni çözum dergisi biz yokuz deyip toplantıyı terkkettiler.

Bir gün genç biri geldi ve benim ismimi söylüyerek görüşmek istediğini söyledi. Buyur benim. Ben Hasan Çürükkaya’yım Selimin kardeşiyim sana bir mektup getirdim dedi. Mektubu bana verdi açtığımda arkadaşların bir değerlendirmesi vardı yayınlamak için.

Tamam dedim sen şurda bir pasthane var sen oraya git bende arkanda geleceğim. O çıktıktan sonra bende 10 dakika sonra çıktım ve pastahanede görüştük. Harekete katılmak istediğini belirtti. Tamam ben arkadaşlara iletirim dedim, o da nasıl kendisine ulacağıma ilişkin adres verdi. Bir dahada büroya gelme dedim ve ayrıldık.

Büroya geldiğımde Cemal, Günay Aslan geldi Aydınlıkçı bir yazı verdi dedi. Günay’ı yazılarında tanıyordum iyi haberler yapıyordu ve aynı zamanda Perinçek’in Van temsilcisiydi. Ben burdayken gelseydin keşke dedim. 2000’doğruda çok sayıda yetenekli kürt çalışıyordu. Derginin Izmir temsilciliğinı Izmir’e giderek Metin Çiyayi ile görüştüm oda Kabul etti. Metinin Abisi de Cezaevindeydi. Bizi iki gün konuk yaptı evinde.

Derginin 3 sayısı çıktıktan sonra Cemal ve Hasan’a artık siz yaparsınız dergiyi dediğimde, Ikisi şaka yaptığımı düşündüler. Sen varsın ya değiverdiler, ben artık yokum dedim. 2 gün sonra artık dergi ile ilişkim olmayacak tabi sizinlede. Benim hala kendileriyle şaka yaptığımı düşünüyorlardı.

Ekrem arkadaşla görüştük yanımda bir başka gazeteci arkadaşla.Yeni Nufus kağıtlarımızı hazırlamış. Şirin evlerde H…arkadaş bizi alarak yola çıktık. Sabah saat 5 sıralarında komşu bir ülkedeydik. H…..geri döndü. Atina da 3 ay kaldık. Tekrar Türkiye’ye dönecek gazete çıkaracaktık. Başkan geri gidince Hem Perinçekle hemde Yalçın Küçükle görüş gelsinler dedi.

Biz dışarı çıktığımızdan 3 gün sonra Istanbul da şiddetli bir Operasyon başlamıştı, T Diriliş dergisi darma dağan edilmisti polis tarafindan. Üç ay sonra Şubat ayının 16 sın da geri gitmem söylendi. Hem haftalık bir gazetenin hazırlıklarını yapacaktım ve sonra o dönemde Diyarbakır Cezaevinde çıkan M. Şener ile iki arkadaşı alıp dönecektim. Gece saat 12 sıralarında H….arkadasla Meriç nehrin kenarına geldiğimizde nehirin debisi öylesine yükselmiştı ki inanılacak gibi değil. Suyun yüzeyinde büyük buz tabakaları ada şeklinde nehrin yüzeyinde akıp geçıyorlar. Botu şişirdik ama geçmenin münkün olduğunu da doğrusu düşünmüyorduk. Botu nasıl kullanacağımızıda bilmiyorduk. Ben ve diğer gazeteci arkadaş bindik bota elimizde de kürekler H…..arkadaş oturmuş kaygı ile bize bakıyor bot kendi etrafinda dönüp duruyor.

40 dakikalik bir boğuşmadan sonra söğüt dallarna tutunup karaya ayak bastık botuda saldık ırmağa. Geçtigimize inanamadık. 30 santim kar var yerde ay ışığında sabah saat 7 kadar yürüdük. Nitekim Istanbulla gelmiştik.

Ama Istanbul da operasyon vardı. Mehmet Eksen arkadaş dahil olmak üzere çoğu arkadaş yakalanmıştı Cezaevinde çıkan arkadaşlarda yakalanıp Diyarbakır’a götürülmüştü. Başkana bunları aktardım. Gazete için bir kaç görüşme yapmam gerekiyordu. SVP den Huseyin Aykol’le görüstüm ve bir haftalık dergi çıkaracağız birlikte seninle ilişki kurulacak dedim.

Yalçın Küçükle de görüşmem gerekiyordu. Yalçın Hoca Ankaradaydı otobüsle Ankara’ya gittim Orandaki evinde iki gün kaldım. Başkanın söylediklerini aktardım. Istanbula dönerek 3 arkadaşı alıp geri döndüm . 1990 Haziran ayında Yalçın Küçük kampa geldi. Beni gördüğünde Uzun bir sarılma seansı gerçekleştirmiştik. Başkan beni çağırarak gel dedi biraz yürüyelim. Bir gazete çıkarmak gerekiyor. O diğer dostlarla çıkarılan haftalık gazetenin yetersiz olduğunu daha profesyonelce bir haftalık gazete olmalı.

Hocanın bazı önerileri var. Bana 50 kişi verin uçururum diyor sen onu tanıyorsun ne diyorsun. Hocanın gazeteci olmadığını, yazar olduğunu, bir haftalık ciddi gazete için yeterince arkadaş olduğunu ve 25 kişinin bile fazla olduğunu çünkü çok sayıda arkadaş var gönüllü olarak çalışacak ve Hocayı kontrol etmenin mümkün olmiyacağını anlattıkça, başkan neden niçinlerle beni uzun uzun konuşturdu. Sonuçta devletle direk ilgili biri olmadığını ancak çok sayıda siyasi ile ilişkisinin olduğunu , hatta bacanağınında Dışişlerinde istibarat görevlisi olduğunu da söyledim.

O zaman sen bana bir rapor yaz gazete için dedi. Raporu 3 gün içinde yazıp verdim. Bana Gunay Aslan’ı sordu.Tanımadığımı ama yazılarında Kürdistandaki haberleri aktardığını söyledim. Ben Raporda bir çok isimde vermiştim.

Yalçın Küçük yumruğunu masaya vuruşu bundan böyle başlamıştı. Nitekim Yeni Ülke Gazetesi 20-27 Ekim 1990 yılında ilk sayısı çıkmışt. Ekim ayında Avrupadaydım. M.S.Yıldırım basının başındaydı ve ülkeye gidiyordu. Arkadaşlar bir ajans kuruyorlardı. Uzun süredir de uğraşıyorlarmış. Berxadan Haber Ajansı adı ile BBC ye haber geçmeye başladık. Her kes merak ediyor 4 gündür bu ajansın haberleri tüm Türk gazetelerinde de haber olmaya başlamıştı. Her kes kimin ajansı olduğu konusunda sorular soruyordu birbirlerine. Bir akşam başkanla yaptığım görüşmede Ajansın isminin daha milli bir isim olmasnın daha iyi olacağını söyledi, Kürdistan Haber Ajansı sözcüğü ağzımda çıkı verdi. Evet bu çok uygun dedi. Böylece KURD-HA Haber ajansı süreci başladı. Bu ajansın basın tarihimizde ayrı bir yeri var.

Haftalık gazeteden sonra günlük gazeteye geçildi. Günlük gazetede çok sayıda genel yayın yönetmeni gelip geçti.Hepsiylede uyumlu çalıstım. Ama öyle zamanlar oluyor ki çaresiz kalıyorsunuz.

Gece saat 9 cıvarında başkan Hasan’ı görevden al ve hemen şimdi.O dönemde gazete yöneticilerin üzerinde bir sinyal aleti vardi ondan ulasabiliyordum. Gazeteyi aradım Kenan vardı Hasan’ı sordum çıktı dedi. Hemen bulmasını istedim. Ramazana da aynı şeyi söyledim. Yaklsık yarım saat sonra Hasan beni aradı. Artık gazette ile bir ilişkisinin kalmadığinı söyledim ve telefonu kapattım.

Başkan daha önce de rahatsızlığını bir kaç kez belirtmişti. Hatta seni sağlam bir yolla ulaştırsak olurmu demişti. Bende önderlik bilir ama gizli bir evde oturarak gazetenin yönetilmiyeceğini belirttim. Evet doğru senide riske atmayalım lazımsın demişti.

Saat 10,30 civarinda başkanı aradım tamam dedim görevden aldım. Hemen bir yayın yönetmeni bul dedi. Bir sorun başka bir sorun yaratıyor durmadan ürüyor sorunlar. Gazeteyi aradım Kenan’a söyledim ben yapamam, Ramazan’a söyledim Ramazan ben 3 santimlik gözlük kullanıyorum yapamam. Sabaha kadar yayın yönetmeni arıyorum ama kimseyi bulamadım. Bir yol kalmıştı Yeni Ülke Gazetesinden birini getirmekti.

Kabul edelim ki biz Kürtlerde “ben yapmadım o yaptı”diye iyi uydururuz.

Belki en büyük palavraları atarak kendimizi en yukarlara taşımamızın temel nedeni belki de siyaseti de bir uydurma yarışması sanıyor olmamızdan kaynaklanıyor.

En iyi uydurduğumuz şeylerin arasında herhalde “ben yapmadım o yaptı”cümlesi güzide bir yer tutar. İtiraf edeyim ki “ben yapmadım o yaptı” benim en çok sevdiğim cümleler arasındadır.

Şükrü Gümüş cezaevinde çıktığında arkadaşlar sahip çıkmamıştı. Şükrü de sık sık beni arıyordu. Başkana söyledim söylemesine ama iyi bir fırça yedim. Kime soruyorsam olumsuz bakıyor. Şükrü yine telefon ediyordu.Yüzümü kızartıp Başkana bir kez daha söyledim.Tamam ne yaparsan yap ama şikayetler gelirse ben seni tanırım diyerek içime bir kurt düşürmüstü. Izmirde kalıyordu aradım Yeni Ülke Izmir bürosunda çalışabileceğini söyledim. Daha sonra Yeni Ülke merkeze gelmişti. Elimde yalnızca Şükrü kalmıstı. Sabah Baskanı aradım Şükrü’yü yapalım der demez sert bir serseri sözcüğü suratımda patladı.

Kani’yi aradım bana yardım et çareşızim dedim. Kani bekle geliyorum dedi. Gelince durumu anlattım vallaha senin durumun kötü.Tüm arkadaşlarla konuştum kimse yapmak istemiyor. Ben sigara üstüne sigara içerken özel telefon çaldı Hamit akşam başkanı ara dedi. Akşam aradım madem kimseyi bulamadın tamam Şükrü olsun ama sorumlusu sensin yinede uygun birini aramaya çalış diyerek büyük bir yükten kurtarmıştı . Kaniye dedim sana bir melemen yapayım bu haber üzerine. Şükrü’yü arayıp söyledim. Sorun istemiyorum dedim geçici olduğunu da belirttim. Başkan Şükrü’yü hiç sevmezdi.

Gazeteyi kontrol etmek her gün biraz daha zorlaşıyordu. Hem devlet saldırıları şiddetlenmişti hemde gazete üzerindeki etkinliğimiz zayıflanmıştı. Başkan Gazeteyi kapatalım, iki yöneticiyi çağır konuş ve kapat. Bende Yaşar abi ve Abdullah Amaç’ı çağırdım ve gazeteyi kapatacağımızı nedenleri, niçinleriyle söyledim. Gazete 165 sayısı 16 Ocak 1993 günkü gazetenin başyazısını ‘Yakında yine birlikteyiz’ başlığıyla hazırlayıp yolladım. Bu son yazıydı.

MED TV\'nin yayın hayatına başlaması Kürt halkında bugün dahi tam olarak tarifi yapılamamış, sosyolojik ve psikolojik bir adrenaline, büyük bir sevinç ve özgüvene yol açtı.

Siz hiç karanlıkta iyi göremediğiniz için yakıt deposunun, tam dolup dolmadığını çakmak yakarak kontrol etme cesaretini kendinizde buldunuz mu? Ben gördüm. Berxadan Gazetesini aylıktan 15 günlüğe indirmiştik ve birde renkli yapmıstık. Neredeyse bütün Avrupa merkezi buna karşıydi.Üstüne üslük birde gazeteyi bir çok yazara açmıştık.Tutucu bir kesim duvar gibi önümüzde duruyordu.

Hepsini de başkanın onayını alarak yapmıştım. Ama ne hikmetse kendi başıma yaptığımı düşünerek raporlarında beni jurnallemişlerdi. Başkan söylemışti bana bunu ve ‘tutuculuk yapmanın marifet olduğunu sanıyorlar’ diyede eklemisti.

Selim tam bu ortamda niye bir radyo kurmuyoruz deyiverdi. Hele dur biraz nefes alalım demiştim. Meğer Berlinde Rasit Tepe isimli bir öğretim görevlisiyle tanışmış ve ondan TV için bilgi almış hatta birde dosya hazırlatıp almış. Bunu bir merkez toplantısında dile getirmiş getirmesine de bayağı eleştiri almış. Ondan sonrada başkanı aramış söylemiş. Başkanda kendisine ‘Bizi bitirmeye çalışıyorlar sen boş işlerle uğraşıyorsun’ yanıtını vermiş. Bunları bana söylememişti. Bir gece saat 3 civarinda KURD-HA binasında kanepede uzandık yatmak için ‘bak sana bir şey söylüyeceğim’ bırak yatayım yorgunum, yine bir icattın var kesin yarın söylersin dedim.’Yok kalk’ tamam buyur yine beni yakmak için ne planın var dedim’ Selim ‘Biz niye TV kurmuyoruz’ deyince yakacaksın beni dedim. Anlatmaya başladı yaptıklarını, Başkanla yaptığı konusmayı. Şimdi mi bana söyluyorsun?dedım.

Başkan Selimle konusmak istemiyordu ve bunuda bana defalarca söylemişti. Selim, ama sen başkanla konuşursan kesin ikna edersin. Her akşam konuşuyorsun bunuda söyle. Tamam ama biraz zaman geçsin konuşurum dedim. Kendi kendime neden olmasın diye düşünmeye başladım ve çok doğru zamanlama.

KURD-HA ile 50 Türk gazete ve TV kanalı ile savaşıyorduk. Kendimize ait bir TV’nin olması varın siz düşünün diye düşünürken Selim kalkmış dolanıyor büroda. Sen bunu kesin yaparsın deyip bana TV nin nimetlerini anlatıyordu.

Yuttuğu sineği öldürmek için ağzına İlaç sıkıp, zehirlenerek kendisini zar zor ölumden kurtaran zamane uyanığını ...devam ediyor anlatmaya, ben merkez toplantısında TV’yi dile getirirken bir arkadaş bana sordu, Başkan da çıkacak mı, bende yok dedim, o zaman ne işimize yarar diye cevap verdi. Aklıma birden Vizontele filmindeki ‘Zeki Müren de bizi görecek mi’sahnesi geldi nedense.

Aradan bir kaç gün geçtikten sonra bir akşam TV meselesini Başkana açtım. Başkan’ın bayağı ilgisini çekmisti ve çokça soru sormuştu. Bu soruların en önemliside yapabilirmiyiz idi. Tereddütsüz evet dedim.Tamam sen bir rapor yaz en kısa sürede bana yolla. Uzun ve çok detaylı bir rapor yazıp yolladım. Aradan bir hafta geçmeden Başkan bana bir ekip kur ve başla dedi. ‘Başaramazsan gözüme görünmeyeceksin’ demişti.

O dönem Ajansta çalışan Haluk Sayan vardı. Türkçeyi kırık konuşuyordu. Ben kendisine hemşerim dedikçe o da neki derdi, bende anlatırdım kendisine. Hayat hikayesini anlatmıştı bana. Karakoçan ilçesinden Avustralya\'ya göç eden ailenin ikinci çocuğuydu. Ailesi göç ettiğinde henüz iki yaşındaymış. Haluk, Sidney Üniversitesi Elektronik Mühendisliği bölümünden mezun olmuş. Avustralya Savunma Bakanlığı\'na iş başvurusunda bulunmuş ve Avustralya Deniz Kuvvetleri\'nde teğmen rütbesiyle göreve başlamış. Deniz Kuvvetleri\'nde dört yıl görev yaptıktan sonra bir gün ailesine Afrika\'ya gidip yoksullar ile ilgili bir projede çalışmak istediğini söylemiş. Ancak ailesi \"Oralar tehlikeli Avrupa\'ya git\" önerisi üzerine 1993\'te Almanya gelmis ve bizimkilerle tanışmış onlarda ingilizce bildiği için bana yollamışlardı. Ajans ingilizce de yayın yapıyordu. 5 arkadaştan bir grup kurduk kamera ve tekniği ögreneceklerdı. 2 ay ajansta kaldılar.

Başkana bir birim kurmamız gerektiğini söyledim; ne gerekıyorsa yapın ve hemen başlayın .Akif Hasan TV ‘nin çalışmalarında sorumluluk aldı. Bütün yükü Akif sırtlamıştı. Nitekim 15 Mayis 1995 günü test yayınına başladı.

TV süreci de ayrı bir kitap konusu aslında.

Dünya’nın hiç bir yerinde fabrika çalışan isçiler, üstlerindeki imalat artıklarını temizlemek için, birbirlerine kompresörle hava tutmazlar. Tutsalar bile, biri şaka yapmak için kompresörü diğerinin poposuna dürtmez.

Dürtse bile, diğeri \"Ulan şaka öyle yapılmaz böyle yapılır\" diye elindeki kompresörü şakacı arkadaşının poposuna dayamaz ve bağırsaklarını basınçtan patlatarak öldürmez. Iste bu şakacı masaya yumruğunu vuran Yalçın Küçük’tü. Gidip Kürtçe bile öğrenmişti. Programlara isim aradığım bir gün yanıma geldi, bence sen Sela Sor adlı bir program yap tam sana göre, sen bu işi en iyi yapanlardansın demiştı. Bende Hocam ben güncel bir program yapmak istiyorum zamanım kalırsa o nedenle ismini Rojev koydum. Oda iyi demişti.

Doğu Perinçek ve Yalçın Küçük’ün kendilerince PKK’yi belli bir çizgide tutma isteklerinin daha çok kendi siyasal düşünceleriyle ilgili olduğunu düşünüyorum. Derin faaliyetin ürünü olduklarını ileri surenlerin niyetine göre bu kavram görecelidir ve bence bir niyet okumadır.

Diğer yandan, Doğu Perinçek’in de, Yalçın Küçük’ün de, savundukları görüşlerin, toplum içinde de, devlet içinde de bir karşılığı vardı. Bir dönem Türkiye’de Kürt meselesi söz konusu olduğunda Genelkurmay tek muhataptı. Yalçın Küçük’ün görüşleri orada da yankı bulmuş olabilir, fakat bu durum Yalçın Küçük’ün oralardan yönetildiği, yönlendirildiği anlamına gelmez.

Üstelik, Yalçın Küçük, Doğu Perinçek gibi, diş ağrısından kurtulmak için çenesine kurşun sıktığını ve beynini dağıttığını düşünmüyorum. Küçük fikir adamıdır. Mesela, Yalçın Küçük ile Öcalan arasındaki ilişkiye bakılacak olursa, çok kalıcı ve belirleyici bir ilişki türü degil, aksine zik zaklarla yürüyen bir ilişki şeklidir.

Yalçın Küçük yolda giderken radyoda duyduğu oyun havasıyla coşup, göbek atmak için aracını kenara çeken ve otoyolda göbek atarken arkadan gelen aracın altında kalıp yaralanan bir vatandas modelidir. Buda siyasetin en tehlikeli, en kaypak kavramlarından biridir bence.

Bu anlattıklarıma karşı çıkanlarda olacaktır. Çünkü “o degil, ben dediğimde” ve vatanperverliğim de kabul edilirse bütün anlatıklarım doğruluğu da kabul ediliyor, yok vatanperver olduğun kabul edilmezse bütün söylediklerimin yanlış kabul edilmesinin yanında bir de“hain” ilan edilme riski var.

Peki, böylesine keskin ve tehlikeli bir kavramın, “vatanperverliğin” tarazisinin ne olduğunu kim belirler?

Hangi anlatımın doğru, hangisinin yanlış olduğunu belirleyecek odak kimdir o da şimdilik bir muamma.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.

13198 kişi tarafından görüldü.
Son Güncellenme:20:07:38

Yazarın Önceki Yazıları

İyimser olunacak hiçbir şey kalmamış … Darbe gecesi pazarlığı... Şırnak’da bu fotoğraf karelerini çizenler… Sözün bittiği yerde miyiz? Büyük Amaçlar Uğruna Ölmek… Musul Operasyonu ve PKK Paşam: Kış tatbikatını Kandil'de yapalım HDP'li vekillerin renk kodları Devletin PKK ile Rafineri Pazarlığı II. Cezayir anlaşması ve Ergenekon'un dönüşü Ankara Kuzey Suriye söylemine hazırlanıyor Uluslararası Koalisyonda PKK’de var CHP ve Babayiğitlik… Bir Kulüp ve Bir Halk Nasıl Diktatör Olunur? Savaşlarda Önce Gerçekler Öldürülüyor Oslo'dan Paris'e - II - (Son terörist kim?) Oslo'dan Paris'e - 1 Kim bu Reza ‘BEY’ Sevgili Yaşar Abi Göçmenler Kürt illerine yerleştirilecek İşte TAK Gerçeği! Vietnam’da Savaşmayı Reddettiler… Amed Spor, FC Barcelona ve Bilbao ‘Vur Kurtul, Sür Kurtul’ uygarlığı… Kalemin Vicdanı, Kürdün ateşinde… Çöktürme Planı Gazetecilik… Gerçekten haberiniz varmı? Düşmanını hem ağlatan, hemde göbek attıran Komutan: Delil Doğan Uğurlar Olsun Yüreklerin Elçi'si Yürekler param parça… ‘Terbiye’ ederek masaya oturtmak Silvan da bizim Guernica’mız Kaçıncı dünya savaşındayız… Nerede Hata Yapılıyor-2 PKK değişmek ve yeni kararlar almak zorundadır Savaş akıllarını, onlar kendilerini vuruyor… Bark (Yüklenmek) Suriye’de Türkiye masa dışı kaldı Dersim'de ne oldu? Beren Saat’in suçu ne…? Kefenli liderin kefenli askeri olmak Yalan ve Savaş Kırılan Umutlar ve Yıkılan Hayaller Örgütü zor günler bekliyor Ateşkesler bitti: FARC’tan Farkımız olmalı... Ve MIT TIR’ları duble yollara çıktı…. IŞİD Kobane’ye nerden sokuldu….. Biz aydınlar ve Barış MIT TIR’larının hikayesi HDP’ye Bombalı saldırılar….. Katırları da vurdular Türk Liderleri neden Cahil oluyorlar... Bizde de Reha Muhtarlar olmalı mı? Dörtyüz dediysek dörtyüz …… Kendi yalanına inanmak Asker için çözüm süreci bitmiştir… Hükümet HDP’ye büyük bir tuzak kurma hazırlığında Bu Newroz Yalçın Akdoğan Mesaj verecek Barışı ip üzerinde cambazlık sanıyorlar... Fidan neden U dönüşü yaptı? Nutuk Provası Öcalan’ın Mektupları… Mihail Timofeyeviç 'Yoldaş'ın Yarım Kalmış Sevdası Aydınlık Yol ve PKK Hoca'nın Elleri de Elma Toplamıyor… Meğer Ne Belalar Sarmışım Başımıza - I Kobanê Hainlik Mucizeler hep devam ediyor..... Savaş iyidir, hem itibarımızı arttırır hem de tanıtımımızı yaptırır
x