Kürd Kültürü Neden Yağmalanıyor?

Devlet sahibi olsanız, arkeolojik kazıları bizzat kendiniz yapar, müzeler kurarak arkeolojik buluntuları değerlendirirsiniz. Ama devletiniz olmadığı için, bu arkeolojik belgeler, Arapların, Türklerin veya Farsların eline geçer. Onlar bunları, kendi tarihsel değerleri olarak kaydeder. Eğer bu belgeler Kürdlerden söz ediyorsa, imha edilir veya gizlenir, araştırmacıların incelemesine sunulmaz.

28.03.2015, Cts - 08:21

Kürd Kültürü Neden Yağmalanıyor?
Haberi Paylaş
Kürd Kültür Ürünleri Neden Yağmalanmaya Açıktır?

İbrahim Halil Baran, kürdistanaktuel sitesinde, (20.3.2015) “Devletsiz Kürdün Gönül Dağı veya Neşet Ertaş’ın Ruhuna Fatiha!” başlıklı bir yazı yayımladı. İnsanı çok etkileyen, hüzünlere garkeden aynı zamanda uzun uzun, derin derin düşündüren bir yazı. İnsanın hem yüreğinde, hem de beyninde fırtınalar yaratan bir yazı.

Bu yazı üzerindeki düşüncelerimi, duygularımı belirtmeye çalışacağım. Önce yazıyı özetlemeye çalışayım.

İbrahim Halil Baran, 2003 yılında, Elegez yakınlarında, Kafkas Kürdlerinden bir şarkı dinler. Fakat o günlerde, bu şarkıyı kaydetmeyi akıl edemez.

On yıl kadar sonra, onu çok etkileyen o şarkının peşine düşer. Bu şarkıyı bulmak için Gürcistan’da, Moskova’da araştırmalar yapar. Nihayet, 1969 yılında yapılan bir kayıtta o şarkıya rastlar. Bu, Gürcistan Kürdlerinin tanıtımı için, SSCB Devlet Televizyonuna hazırlanan bir programdır. Şarkıyı o günlerde 60 yaşını geçmiş olan, ama 1969 yılında küçük olan Rustemê Îsko adlı bir çocuk okumaktadır. Şarkının adı Min te dîtbû’dur.

İbrahim Halil Baran, Neşet Ertaş’ın (1938-2012), 1971’de plağa okuduğu Gönül Dağı türküsünün aslının bu şarkı olduğunu fark eder. Bu plak üzerinde, “Söz-müzik: Neşet Ertaş” yazmamaktadır. Hâlbuki Neşet Ertaş’ın öbür plaklarında bu ibare yer almaktadır. Anlaşılan o ki, Neşet Ertaş, bu Kürd halk şarkısına Türkçe sözler yazmıştır. Böylece bu şarkı artık Neşet Ertaş üzerine tapulanmış olmaktadır.

İbrahim Halil Baran, iki yıl kadar önce, kendi bloğunda, videoda bu Kürd halk şarkısını yayımlar. Bu şarkı, Kürd müzisyenlerin dikkatini çeker. Kürd müzisyenler bu şarkıyı yeniden okurlar. Bu Kürd halk şarkısını kendi albümlerine almak isterler. İşte o zaman Neşet Ertaş’ın mirasçıları, bu şarkının, Neşet Ertaş üzerine kayıtlı olduğunu vurgulayarak buna izin vermez.

Bunun üzerine, İbrahim Halil Baran, bu şarkının aslının ne zaman kasete kaydedildiğini araştırır. Bunun için Gürcistan’da, Moskova’da çalışmalar yapar. Gürcistan’daki kayıtlar Moskova’ya götürülmüş, SSCB’nin yıkılması dönemindeyse, bu kayıtların büyük bir kısmı talan edilerek satılmıştır.

İbrahim Halil Baran, Gürcistan’da ve Moskova’da, görevlilere, bunun bir Kürd halk şarkısı olduğunu, bunun bu şekilde kaydının yapılmasını istediklerini vurgular. Moskova’da televizyonda görevli bir kadın, “bunu sizin devletinizin onaylaması gerekir, bizim değil” der.

Bunu sizin devletinizin onaylaması gerekir” sözü İbrahim Halil Baran’da burukluk yaratır.

İbrahim Halil Baran, Neşet Ertaş hakkında da bilgi verir. Bunun için Cemil Horo (1934-1989) isimli bir dengbêjden söz eder. Cemil Horo, Güneybatı Kürdistan’dan, yani Kürdistana Rojava’dan, bir dengbêjdir. Çiyayê Kurmênc’ın Reşî mıntıkasındandır. Cemil Horo’nun, 1972\'de Ayşe Şan’la (1938-1996) birlikte yaptıkları kayıt dinleyenler üzerinde çok yoğun etki yapar. Bu kayıt, “dinleyenlerde, etkisinden kurtulmanın zor olduğu, müzikal bir efsun etkisi yaratır. Horo’nun Kürdçe’sindeki duruluk, her perdeye göre değişen ton ve çalgılar mest eder dinleyiciyi. Fakat, icrada en çok dikkati çeken şey, Horo’nun, “ji siltanê Kurdan re tim û tim wêl û wêl” (her daim yazıklar olsun Kürd sultanlarına) dizesine tekrarlarla yüklediği duygudur.

Cemil Horo, 10 Kasım 1980’de, Halep’deki Seydo Dağı’nda, bir Kürdçe kaset doldurur. Bu kasetin başında Cemil Horo, “bu kaseti, Neşet Ertaş’ın kendisinden istekleri üzerine ve Türkiye Kürdleri için yadigâr…” olarak hazırladığını belirtir. Daha sonraki yıllarda Cemil Horo, Neşet Ertaş’la yazışmalarından, haberleşmelerinden söz eder. Bu yazışmalardan ve haberleşmelerden Neşet Ertaş’ın da Türkiye Kürdü olduğu anlaşılır.

***

İbrahim Halil Baran’ın bu yazısı ile ilgili olarak dört temel konuya değinmek gerekir kanısındayım. Birincisi, Moskova’da, görevli bir kadının, “bunu sizin devletinizin onaylaması gerekir” sözü üzerinedir. Bu tür kültür ürünlerini kaydedecek, onaylayacak, başkalarının çalmasına, yağmalamasına engel olacak olan elbette devlettir. Ama, Kürdler devlet sahibi olmadıkları için Kürd kültür ürünleri de yağmaya açık bir hale gelmiştir.

Arkeolojik bulguları da bu çerçevede değerlendirmek gerekir. Hüseyin Kaytan, Kürtlerin, Kadının ve Mülkün Garip Hikayesi başlıklı yazısında Ferdinand Justi isimli bir araştırmacıyı kaynak göstererek şunları yazıyor:

Ferdinand Justi, 1879’da, Zagros geçitlerinin olduğu yüksekliklerde, Sîdeka yakınlarında, Rewandûz ve Şîno arasında, bir kaide üzerinde 6 ayak yüksekliğinde (180 cm’den fazla) koyu mavi taştan bir dikili taş olduğunu ve Kürtlerin bunu Kêlî Şîn olarak adlandırdığını yazmıştı; bu taşın geniş Doğu yüzünde 41 satırlık bir çivi yazısıyla Med dilinde yazılmış bir kitabe bulunmaktaydı; ondan 5 saat uzaklıkta, Sîdeka üstünde, ikinci bir Kêlî Şîn daha vardı. Bu kitabeler bugün yoktur. Ama yol hâlâ vardır ve o, Şîno yakınlarındaki Sîrgan’da Doğuya ve Güneydoğuya yönelir, Sinê üzerinden Ekbatana’ya (Hemedan) gider( Ferdinand Justi, Geschichte des Alten Persiens, Leipzig, 1879, ss.2-3).

Devlet sahibi olsanız, arkeolojik kazıları bizzat kendiniz yapar, müzeler kurarak arkeolojik buluntuları değerlendirirsiniz. Ama devletiniz olmadığı için, bu arkeolojik belgeler, Arapların, Türklerin veya Farsların eline geçer. Onlar bunları, kendi tarihsel değerleri olarak kaydeder. Eğer bu belgeler Kürdlerden söz ediyorsa, imha edilir veya gizlenir, araştırmacıların incelemesine sunulmaz.

Paris’de Louvre Müzesi’ni, Londra’da British Museum’u dolaşırken, insanın kafasında birçok düşünce dolanıyor. Her iki müzede de Mezopotamya ile ilgili pek çok arkeolojik eser var. İnsan, ilkönce, bu eserler neden yerinde, Mezopotamya’da değil, diye düşünüyor. Hemen sonra, El Kaide, İŞİD gibi barbarların saldırıları akla geliyor ve Mezopotamya’da olsalardı, korunabilirler miydi diye düşünüyor…

İbrahim Halil Baran’ın yazısı ile ilgili ikinci konu Neşet Ertaş’la ilgilidir. Bu konuda şunlar söylenebilir: Yaşar Kemal, Evdalê Zeynikê için, Kürdlerin Homerosu’dur der. Mehmet Uzun’un da Evdalê Zeynikê ile ilgili çalışmaları vardır. Bu iki yazar da Evdalê Zeynikê’nin, bugünkü torunları hakkında bilgi vermez. Ahmet Aras (d. 1944) da Evdalê Zeynikê uzmanıdır. “Kürd uzmanı, Evdalê Zeynikê uzmanı olan Ahmet Aras, Neşet Ertaş’ın, Evdalê Zeynikê’nin torunu olduğunu, ailesinin, Ağrı’nın Tutak ilçesine bağlı Molla Hasan Köyü’nden Orta Anadolu’ya sürgün edildiğini belirtiyor.

Aile, Orta Anadolu’da, çeşitli yerlerde dolaştıktan sonra, Kırşehir’e, Çiçekdağı yöresine yerleşmiş. Evdalê Zeynikê, 1800-1913 yılları arasında yaşamış bir Kürd ozanıdır. Muharrem Ertaş (1913-1984) Evdalê Zeynikê’nin torunudur. Neşet Ertaş’ın babasıdır. Muharrem Ertaş da, Neşet Ertaş da Türk ozanları diye anılmaktadır.

Neşet Ertaş, yaşadığı sürede, Kürdlüğünden hiç söz etmemiştir. Neşet Ertaş, Kürdlerin, Kürd kimliğini kazanmak için çok yoğun ve yaygın bir şekilde savaşa tutuştukları bir dönemde yaşamıştır. Bu, asimilasyonun nasıl uygulandığıyla ilgili dikkate değer bir süreçtir.

Neşet Ertaş’ın, yukarıda sözü edilen Min te dîtbû şarkısına Türkçe sözler yazarak Gönül Dağı adıyla okuması ama, “Söz ve Müzik” yerine hiçbir şey yazmaması yaptığı işin farkında olduğunu gösterir. Şarkının esas kimliğinden hiç söz etmemesi, kendi Kürd kimliğinden hiç söz etmemesi, üzerinde düşünülmesi gereken bir konudur.

Üçüncü olarak da Ehmedê Xanî (1650-1707) geleneğinden söz edelim. Yukarıda, Cemil Horo’nun, bir plağından söz etmiştik. “ji siltanê Kurdan re tim û tim wêl û wêl” (her daim yazıklar olsun Kürd sultanlarına) dizesine tekrarlarla yüklediği duygudan söz etmiştik. Bu, Ehmedê Xanî geleneğinin sürdürülmesi anlamına gelir. Bu gelenek medresede okuyan Kürdlerde, feqîlerde, melelerde daha yoğundur, yaygındır. Üniversite okuyan, Türk siyasal kültürüne, Türk toplumsal değerlerine bulaşan Kürdlerde ise cılızdır.

Dördüncü olarak da Türkiyelileşmeden söz etmek gerekir. Türkiyelileşme, Kürdlükten kopma, Türk siyasal ve toplumsal değerleriyle bütünleşme anlamına gelmektedir. Neşet Ertaş, Türkiyelileşmeyle falan uğraşmamış. Doğrudan doğruya, “Türküm” demiş, birinci sınıf Türk olmuş. Türkiyelileşmek için uğraşanlar, ne kadar çalışırlarsa çalışsınlar, her zaman ikinci sınıf bir Türk olarak kalacaklardır.

03 Mart 2015 tarihli Not: Kürd Kültürü Neden Yağmalanıyor? başlıklı bu yazım için küçük bir açıklama yapma gereğini duyuyorum. Ahmet Aras aradı. Telefonla konuştuk. Yazıda, İbrahim Halil Baran’ın yazısını kaymak göstererek, Neşet Ertaş’ ın, Evdale Zeynike’nin torunu olduğunu söylemiştim. Ahmet Aras, İbrahim Halil Baran’ı tanımadığını, kimseye de bu şekilde bir açıklama yapmadığını vurguluyor. Ahmet Aras, Evdale Zeynike ile ilgili ayrıntılı çalışmalar yaptığını, Evdale Zeynike’nin yakınlarıyla görüştüğünü, buna benzer bir bilgiye sahip olmadığını söylüyor. Neşet Ertaş’ın ailesinin köyü de, Evdale Zeynike’nin Tutak İlçesi’ne bağlı, Molla Hasan Köyüne köyüne yakın bir köy olduğunu ama akrabalık ilişkilerine rastlamadığını söylüyor.

Ahmet Aras, telefonda yaptığı konuşmada, Kürd klamlarının, stranlarının.. Kürd loriklerinin nasıl yağmaladığını da örnekleriyle dile getirdi.

İbrahim Halil Baran’ın dile getirdiği bu bilgiyi, Ahmet Aras’la konuşmadan aynen kullanmak benim için elbette büyük bir eksiklik. Ahmet Aras’dan, Neşet Ertaş’ın yakınlarından ve okuyuculardan, bu yanlış bilgi için özür diliyorum. İbrahim Halil Baran da bu konuda herhalde bir açıklama yapar.

Nerina Azad
Bu haber toplam: 18081 kişi tarafından görüldü.
Son Güncellenme:00:31:46
Bu gönderiye hiç yorum yapılmamış! İlk yorum yapan kişi olmak ister misin?
Nerina Azad